'hayat çok kısa' cümlesi hayatın ne kadar kısa olduğunu ifade etmek için çok kısa. Erkin koray ölecek, İlhan İrem öldü, Sezen Aksu ölecek, Ahmet Kaya öldü. oysa o kadar yakın zamanda tazecikti ömürleri hepsinin. ben dün 12 yaşımdaydım bugün 31.
Tarihçiler, modacılar, yaşamın yılmaz savunucuları yüzyılları onluk dönemlere ayırarak, bölerek, 20'ler 30'lar 90'lar... zamanın akışına haddi olmayan bir doygunluk atfediyorlar. oysa zaman onluk dilimlere ayrılamayacak kadar hızlı ve bütün. ben tüm bu onluk dilimlerin sözde ağırlığına aldanarak yaşlılardan beylik laflar bekler halde buldum kendimi gençliğim boyunca ama onlar sessizce ölüverdiler. çünkü en fazla darbe yiyeni bile hepitopu 80 yılcık devirmişti.
yaşamak bu gezegenin kendi boyutlarına has bir oyunu. zorundalık taşıyan ucube bir oyun.
- Fırat Aydın
- 0 yorum
- Fırat Aydın
- 0 yorum
- Fırat Aydın
- 0 yorum
Güneş değil, güneşe nazır yabani yeşillik rengi sarıya çalan.
- Fırat Aydın
- 0 yorum
Bir metro, ne yakın ne uzak, fon müziği havasında dalgalanıyor, mekanik akışa işaret gürültüsü mayıs rüzgarının dirençli üfürtüsünde kayboluyordu. Mayısın 23ü.
Burası gri, yeşil, kahve renkli bir otoyol kenarı. Yarısı taş, taşımsı; yarısı Doblo griler. Yarısı ağaç, yarısı ot yeşiller. Ve hareket halinde kah içen, kah işeyen kahveler. Silme soluk, kaçak renkler.
Dünya üzerinde bu renkleri taşıyan futbol takımı yoksa sebebi onlar.
- Fırat Aydın
- 0 yorum
Kalkıp koridoru başından sonuna koşuyorum. Alnımdan duman çıkıyor, kafamı buzluğa sokuyorum. Benden başka kimse yok. Benden başka kimse yok ve ben, benden başka herkesle olmak istiyorum. Koridor çok dar. Koridoru genişletin ve daraltın.
Artık şu çarşafı biri gersin, köşelerine simetri versin, bu oyun eksik kaldı, bu da oynansın ve biri beni, ben fark etmeden öldürsün. Fark edersem çok üzülürüm. Son seramonimde bari hüzün olmasın.
İşe yaramayan birini bulun, beni o öldürsün. Bir işe yaramış olsun. Bir işe yaramışlığın ağırlığına dayanamasın ve bir başka işe yaramaz da onu öldürsün. Bu sayma oyunu burda sona ersin. Döngüsellikten nefret ediyorum. Terimi içecek kadar bunaldım, artık çember çizmeyi bırakın. Çemberi genişletin ve bir noktaya dönüşünceye dek daraltın.
- Fırat Aydın
- 4 yorum
Korkunç bir kentin, görece/zorunluluktan, çok düşünen insanları olarak gördüğüm -kayda değer- bir grubun farkındalığına varmamızı sağlayan birtakım Ankaralılar da,
(dünya standartlarıyla kıyaslandığında) Berbat bir futbol estetiğinin sonucu olarak gelişmek zorunda kalmış efsanevi tribün kültürünü gözümüze gözümüze sokan İtalyanlar da, bu diyalektik sürecin sağlamasını tümevarım yoluyla gerçekleştirmekte ve gözlerimizde bütünlüğün, beraberliğin, tamamlanmışlığın getirdiği güven duygusuna dair bir ışık bırakmaktalar.
Bu bağlantı, üzerine düşünülmesi gereken bir bağlantıdır.
- Fırat Aydın
- 0 yorum
- Fırat Aydın
- 0 yorum
- Fırat Aydın
- 0 yorum
Olumlanabilir saklı oyunlar oynayarak zararsız gerçekliğini toplumsallaştırmayı bilmiyor, yere tükürdüğü vakit çevre kirlenir sanıyordu.
Bir ağacın gövdesine çakıyla hatıra bırakmak ve adamın birini göğsünden bıçaklamak arasında onun için fark yoktu. kendine hem insancı hem de çevreci diyordu...
Acilen yaftaladık, adını koyduk: 93' doğumlu, geri zekalı, ailesinin salt çocuğu.
- Fırat Aydın
- 0 yorum
- Fırat Aydın
- 0 yorum
Bence böyle işliyor işler. İşleyiş galiba bizim tepeden tırnağa iflahımızı sikmek istiyor.
- Fırat Aydın
- 0 yorum
Bir önlem, bir önlem... Yaşamak zul olmuş sürüngenin genlerine. Futbol topu fırlatıyor çocuklar, nasıl da kaçtı görmek için. Sürüngen temkinli, sürüngen şaşkın ve kim bilir gözleri ne görüyor... Her şey kulağında, tüm varlığı eklemleri... Gözleri büyük, işaret parmağımın kızıl kangren ucu kadar."
- Fırat Aydın
- 0 yorum
- Fırat Aydın
- 0 yorum
Alışveriş merkezinin önünden geçerken vizyondaki filmlere takıldı gözü. Haftada bir doz aksiyon, iki doz doğaüstü güç almaksızın yaşayamayan sinefillerin alışveriş merkezleriyle barışık hallerine imrendi. İnsanların en çok arzuladığı doğaüstü güçlerin görünmezlik ve akıl okumak oluşu, canlının doğanın işleyişine karşı tutumuyla örtüşen bir durum diye düşündü. Doğaüstü güç fikrinden beslenen filmlerin tutuyor oluşu da bu tarz bir fetişle bağdaştırılabilirdi elbet. Amaçsız bir gezintinin en keyifli yanı alakasız görünen olguları birbirleriyle bağdaştırmaktı onun için. Akıl okumak ve görünmezliği arzulayan insanın problemi ölüm korkusuydu. Korkunun form değiştirmesi, saklanması ya da örtülenişiydi; saldırılara karşı korunaklı olabilmek, temelde basitçe genlerin hayatta kalma sorunuydu hepsi hepsi.
Database oluşturan, serverlarda insanlığa dair sayısız bilgi barındıran, tarih bilimiyle ilgilenen ve geleceğe dair merakları olan, bilgisayarları üstün bir çabayla sürekli kompleks bir bilince sahip olmaları için eğitip geliştiren, dinleri ve kavramları icat eden, evrenin sınırlarıyla ilgilenen insanlığın türlü kılıflarla mantıksal açıklamalar yaratıp normalize ettiği tüm bu eylemler her daim genlerin kontrolündeydi. Bilinç yoluyla gerçekleştirilmiş olmaları onların salt bilinç çıkışlı tasarımlar olduklarını ispatlamaya yetmiyordu. Bilinçaltı dedikleri ise içgüdülerimizin emrine amade bir hizmetçiden başka hiçbir şey değildi.
Çağrışımlarla yetişiyordu anlam, türlü sorunun tek bir cevapla ötelenebilmesi genellikle hataya düşürdüğü halde bu defa tıkır tıkır işliyordu. Sevilmeyen popçu saçlarını bir kez daha karıştırıp, tekele dalmadan evvel son bir soruyla tüketti beynindeki glikozu... Aşk neydi peki? Aşk, tarihi canlıların tarihiyle kıyaslandığında sözü bile edilemeyecek kadar kısa olan kompleks bilincin, henüz bir çocuk oluşu sebebiyle mazur görülebilecek şımarıklıklarından, sapmalarından biriydi. Hava soğudu, bira alma fikriyle girdiği tekelde şarap sempatik geldi... Büyük bir şişe kırmızı Şirince'nin üzerine içilen bir kırmızı bira geceyi ve yoksunluğu bilincin dayatmacı evreninden çıkararak bir geceliğine yok etti.
- Fırat Aydın
- 0 yorum
Bir alt sebebe tabi olmaksızın salt formlarıyla hiçbir anlama denk düşmeyen bu işlerin içini doldurabilecek ölçüde kuvvetli biyolojik gerçeklik koca bir dünyayı parmağında oynatır. Fakat "%100 ben"e kendi ölümünün ardından bir daha asla sahip olamayacağını bilen kimseler, yakın gelecek için %50'yi vaadeden spermden birey var etme fikri konusunda genleriyle pazarlık edercesine "aşkın bir masal olduğu" savıyla ortaya çıkarlar. Genler bu pazarlığı sayısız yılca süregelmiş doğal işleyişin gerektirdiği üzere kabul edemez ve diğer %50'nin ait olduğu bir karşı cinsle birleşilip olabildiğince çok birey var edilmesi gerektiğini buyururlar. Bu asli amaç için örtülü biçimde kullandıkları yüzlerce yöntemden köklü ve en etkili olanı "aşk" ondan hiç aşağı kalır yanı olmayan düşünsel faaliyetlerin getirdiği kusurluluk haline ve bu halin yaratabileceği olası sapmalara karşı hormonal aktiviteler ve çağın tüm estetik araçlarını kullanarak fikri esir alma mevzusunda belirgin ve korkunç biçimde iş görmektedir. "%100 ben"e ulaşamadığı ve asla ulaşamayacağını bildiği için bir kadına kendi kadar aşık olamayan adam; genlerinin, ortalama 60 yıllık bir %100'dense yüzdesi nesiller sürdükçe düşecek ancak yaşayacağı yıl sayısı belirsiz halihazırda bir %50'nin oluşma ihtimalini bu denli diretmesinden, olanların tümünün hayatta kalması için açık yahut gizli biçimde planlanıyor oluşundan duyduğu rahatsızlık vesilesiyle, kendine karşı -derinden destekli- duyduğu hassasiyeti dahi bir kenara bıraktığında; aşk intihara her şeyden daha yakın hale gelir.
İntihar pazarlıksız bir biyolojik dayatmanın esiri olmayı reddeden insanın; oyunu -galibi olmaksızın sonlandırmak üzere sakladığı güçlü ve/fakat yararsız kozudur. Yağmur ormanlarında 100 yavru doğurup yalnızca 1'ini hayatta tutabilen yılanın, diğer 99 yavrusunun genleri adına intiharıyla, bireyin beyni adına intiharı arasında "bilinç" kayda değmeyecek kadar küçük bir farktır.
Sonradan gelen not: Kafam öyle kıyakmış ki o gün, tekrar okuyunca anladım, saçmalamışım büsbütün.
- Fırat Aydın
- 2 yorum
"Buraya çöp atanın..." yazılı duvarın dibine koyup 70'lik rakıyı, çöpmüş gibi gösteriyor göçmen sarı çocuk ki gelen geçen ayıplamasın "vay gündüz vakti rakı mı içiyor bizim oğlan?" tepkisiyle karşılaşmasın. Pratik ve direkt olarak çözüme yönelik tüm önlemler alınmış; alınmasa melanet, bir çeşit rezalet...
İnsanlar, sokaklarda gece yarıları olan biteni anlaşılır bulmaz ve toplu biçimde ayıplarken; gece yarıları sokaklarda olup bitenlerin kahramanları, insanların evlerinde yedikleri haltları nasıl kabul edilir ve racona uygun bulabilirlerdi? diye düşündüler. Aşk, var oluşu caddelere indiren tüm edebi söylentileri, sokak edebiyatı diye söylenegelmiş evvelden beri zır zır zırıldanmış bütün gürültüleri alt sınıfa indirgemek görevini taşımak zorundaydı. Aşkın başka bir görevi yok gibiydi.
Bayrampaşa, anlaşılır bir kültürün, tavrın var oluşunu temsil etmek yerine çıkmaz sokakların imkansızlığını, çaresizliğini aktarabilirdi bu haliyle ancak.
- Fırat Aydın
- 0 yorum
- Fırat Aydın
- 3 yorum
Uzak durmayı öğrenmelisin. Bir hareketleniş adına kişiliğini şekillendirmek, senin salt telafisiz yanlışındır.
- Fırat Aydın
- 0 yorum
Yavaş giden arabada tekim, uzun yol gibi gidiyorum, ben sürüyorum ancak araba elli beşten yukarı basmıyor. Nasıl böyle öğrendim sürmeyi? diyorum kendime. Çünkü iyi sürüyorum. Dönmeyi, babamı çağırmayı, arabayı yolda bir yerlere park edip gitmeyi de düşünüyorum ama arabayı bu ıssız yerlerde bırakıp babama gitmekten alıkoyan yine babamdan korkum.
Hızlanmaz mı bu lanet Toyota? derken ayağımı frenden çekince hızlanıyor bir şeyler, hissediyorum. Ama çok da değil. Üstelik karşıdan da arabalar gelmeye başlıyor, hızlılar, hınzırlar. Yanımdan geçenler bile var, aman tanrım yol çift şeritli. Karşıdan gelenin bir tanesi, sollar gibi geliyor. Göz göre göre kafadan bana çarpıyor. Şimdi kaput paramparça.
Ne yapsam bilmiyorum. Adama küfrediyorum. Adam da bana. Yanında biri daha var, seçmek ne mümkün. Yüzünü, tavrını, bakışını... Bilemiyorum. Bildiğim ve bana çarpmasıyla ilgilendiğimin saçları dökük gibi. Orta yaşa yakınca, genç ve patlak gözleriyle çirkin olarak nitelenebilir gibi. Adam benle dalaşıyor, bak şu işe. İçimde korku, aşağılık kompleksimin yenmeye zorladığı korku. 2 kişiler, dayak kaçınılmaz gibi; ancak dövülmek pahasına sövmeliyim. Dayanılır gibi değil. Babamın arabası ve ben kaza yaptım, ötesinde ne kayda değebilir?
Derken yolun ortasından kenarına kontrafizik bir güçle sevk olmuş araç ve aracın içinde bana sövmekten gram düşüşe gitmemiş adam, emniyet kemeri bağlı, sıkışmış ve çözülemez halde. Açamıyor adam kemeri, veryansın ediyor, bağırmaya başlıyor...
Arabanın içindeyim, kemere sarılmış, kilidi çözmenin, Hugo'yu sevdiğine kavuşturmanın peşindeyim. Arabayı su basıyor. Nereden gelir bu su, nereye gider? Bir bilen çıksa ilk aksine giden kurban kesiyor. Kilidi çözmek üzereyim, sövücü boğulmak üzere. Kendini arka cama kavuşturuyor, arka cam açık yalnızca ve boynuna ulaşmış sudan kurtuluşu açık arka camın susuz bahara ulaşmasında. Kurtarıyorum adamı. Kurtuldu adam. Arkadaşının yüzü hala belirsiz. Kurtulduğu gibi özür ve teşekkür beklerken; kaldığı yerden devam ediyor sövüşlere. Sövüş ki ne sövüş. Ağza alınmayacak, düşmana söylenmeyecek bir sövüş. "Sen bekle burda!" deyip uzaklaşıyorum, yarım saniye ardına uyanıyorum.
- Fırat Aydın
- 0 yorum