Arkadaşlarım

Tramvayda yer verilen adam olmadan, kurtulmalıyız bu sonuçsuz soytarılıktan... diyorum arkadaşlarıma. Ağdalı buluyorlar söylediğimi. Haklılar. Ben de olsam -utandığım için-söyleyebileceğim halde söyleyemediğimi ağdalı bulurdum. Onları seviyorum. Arkadaşlarım çünkü hepsi. Arkalarından konuşuyorum. Çünkü hiçbirini üzesim yok. Yanlarında konuşmak çok saçma. Hiçbir gerçekliğe uymuyor, onları üzecek cümleleri yanlarında söylemek. Bu yüzden var oldu komşuluk, bu sebepten beslenerek kendi kendini yaşatabildi insanlık, tarihin ahmaklığa düşmüş en karanlık zamanlarında. Seviyorum böylesini. Açı yapıyor kafan, fiziksel ve düşünsel olarak. Doksan derece sola/sağa yatıyor ve bir şeylere ılımlı yaklaşmak istediğini belirtiyor, görüntülerde kendini ustalıkla gizlemiş dipteki korkaklığına.

Bence böyle işliyor işler. İşleyiş galiba bizim tepeden tırnağa iflahımızı sikmek istiyor.

Kertenkele & Tedirginlik (1)

"Sarı-kırmızı-turuncu kertenkele gördüm; ürktüm. Türlü Tuborg, tombul Efes, Buzbağ, Cadde, İstanblue, Bazooka, Binboa ve hatta Smirnoff şişe ve tenekelerinin boş yattığı otoban kenarı, 3 yanı duvar bir yanı açık çöplükte.

Bir önlem, bir önlem... Yaşamak zul olmuş sürüngenin genlerine. Futbol topu fırlatıyor çocuklar, nasıl da kaçtı görmek için. Sürüngen temkinli, sürüngen şaşkın ve kim bilir gözleri ne görüyor... Her şey kulağında, tüm varlığı eklemleri... Gözleri büyük, işaret parmağımın kızıl kangren ucu kadar."

Göllere çakılan direkler

Hozan Beşir söylerken direkler sırayla düşer, gökyüzünde iklim değişir. Yağmur yerlerde ufak göller oluşturur. Göllere çakılan direkler düştükçe yan yana sıralanır. Güneş açar, şehrin elektriği kesilir. Kerestelerin kenarlarını kavrarken tırnaklar kırılır, göle sıralanır. Göl kurur; tırnak, direk ve yollara sıralı çamur kalır.

Büyük dert

"Tutunacak dalı kalmamak" deyimini ağaçlarda yaşayan atalarımızla bağdaştırıp, kendi kendine bir ufak sırıttı yolda yürürken. Ardından önce burnuna sonra kafasına götürdü elini. Çekineceği bir şey varmışçasına kimse görmeden bir an için karıştırdı rüzgarın etkisiyle kaşını kaşımaya başlayan, fazlalık bildiği saçlarını. Derdi büyüktü saçlarıyla. Abartılı aydınlatılmış aynalarla münasebetinde aklına düşen istikrarlı nefret listesinin bir numarası alnının haddinden fazla açık oluşuydu. Son berbere uğrayışında yetişeceği bir şehirlerarası otobüs ve bir aydır yıkanmamış bir vücudu vardı. Islak kafayla fark edilemeyince kesimin alelaceleliği, ünlü ve soytarı bir popçununkine epey benzedi saçlarının alnına düşen kısmı. O günlerde, zorunda kalmadıkça arabaların camlarına bakmamaya karar verdi. Asansörlerde kapıyı seyrediyor, ancak ışığı kapalı ekranlara kaçamak bakışlar atabiliyordu.

Alışveriş merkezinin önünden geçerken vizyondaki filmlere takıldı gözü. Haftada bir doz aksiyon, iki doz doğaüstü güç almaksızın yaşayamayan sinefillerin alışveriş merkezleriyle barışık hallerine imrendi. İnsanların en çok arzuladığı doğaüstü güçlerin görünmezlik ve akıl okumak oluşu, canlının doğanın işleyişine karşı tutumuyla örtüşen bir durum diye düşündü. Doğaüstü güç fikrinden beslenen filmlerin tutuyor oluşu da bu tarz bir fetişle bağdaştırılabilirdi elbet. Amaçsız bir gezintinin en keyifli yanı alakasız görünen olguları birbirleriyle bağdaştırmaktı onun için. Akıl okumak ve görünmezliği arzulayan insanın problemi ölüm korkusuydu. Korkunun form değiştirmesi, saklanması ya da örtülenişiydi; saldırılara karşı korunaklı olabilmek, temelde basitçe genlerin hayatta kalma sorunuydu hepsi hepsi.

Database oluşturan, serverlarda insanlığa dair sayısız bilgi barındıran, tarih bilimiyle ilgilenen ve geleceğe dair merakları olan, bilgisayarları üstün bir çabayla sürekli kompleks bir bilince sahip olmaları için eğitip geliştiren, dinleri ve kavramları icat eden, evrenin sınırlarıyla ilgilenen insanlığın türlü kılıflarla mantıksal açıklamalar yaratıp normalize ettiği tüm bu eylemler her daim genlerin kontrolündeydi. Bilinç yoluyla gerçekleştirilmiş olmaları onların salt bilinç çıkışlı tasarımlar olduklarını ispatlamaya yetmiyordu. Bilinçaltı dedikleri ise içgüdülerimizin emrine amade bir hizmetçiden başka hiçbir şey değildi.

Çağrışımlarla yetişiyordu anlam, türlü sorunun tek bir cevapla ötelenebilmesi genellikle hataya düşürdüğü halde bu defa tıkır tıkır işliyordu. Sevilmeyen popçu saçlarını bir kez daha karıştırıp, tekele dalmadan evvel son bir soruyla tüketti beynindeki glikozu... Aşk neydi peki? Aşk, tarihi canlıların tarihiyle kıyaslandığında sözü bile edilemeyecek kadar kısa olan kompleks bilincin, henüz bir çocuk oluşu sebebiyle mazur görülebilecek şımarıklıklarından, sapmalarından biriydi. Hava soğudu, bira alma fikriyle girdiği tekelde şarap sempatik geldi... Büyük bir şişe kırmızı Şirince'nin üzerine içilen bir kırmızı bira geceyi ve yoksunluğu bilincin dayatmacı evreninden çıkararak bir geceliğine yok etti.